Cuma, Temmuz 27, 2007



KAÇIŞ PLANI!!!

En sonunda kaçış planı diye diye kaçış planlarımızdan birini hayata geçirebilmenin sevincini yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız cehennemden altı günlüğüne de olsa gerçek bir cennetin asıl kahramanları mertebesine ulaştık. Maceramız bize eşlik edecek maceraperest, uyumlu bir dostumuz ve onun ilk defa karşılaştığımız partnerinin Ankara’ya gelmesiyle başladı. C.tesi sabahı düştük yollara, Çorum’da durup çeşit çeşit leblebiler satın aldık ve onları atıştırarak Merzifon yakınlarında bir çeşme görüp durduk. Termosumuzdaki sıcak suyla hazırladığımız kahvelerimizi içtik. Sonra bize eşlik eden ÇÖ ve partneri durup yanında mola verdiğimiz sudan lıkır lıkır içtiler fekat akşama doğru bu suyun onları ishal edeceğinden habersizdiler. Bizse temkinli şehir insanı durumunu üstümüzden atamadığımız içün suya dokunmadık. Hehehehe…..
Bu kahve molasının ardından Merzifon’u geçtikten biraz sonra berbat bir yol çıktı karşımıza. Kamyonlar bir yandan yol çalışması yaparken, aracına güvenen dallamalar da yol eşkiyalığı yaparak içinde bulunduğumuz toz, toprak, bir dünya kamyonun ve sıcağın yarattığı karmaşayı daha da çekilmez ve tehlikeli kılıyorlardı.
Bu kabus yolunu da geçt
ikten sonra Samsun’a vardık. Bizi şehrin girişinde bir otobüs terminali ve kocaman bir alışveriş merkezi karşıladı. Hemen kendimizi adı Afra olan merkeze attık. Gerçekten de büyüktü,içinde çok güzel bir sinema kompleksi ve buz pateni sahası vardı bir de kocaman marketi. Burada ihtiyaçlarımızı giderdik.
Bir süre daha yola devam ettikten sonra benzin almak için Ünye’de durduk. İstasyon bir dağın dibine kurulmuştu. Biz benzin ikmali yaparken dostumuz ÇÖ heyecanlanarak “vay burada dağlar denize gerçekten paralelmiş “dedi ve fotoğraf makinasını kaptığı gibi dışarı fırladı arabadan.

Artık Fatsa’yı da eski yol üzerinden geçip Yalıköye’e vardık. Asıl kahraman ÖB’nin çocukluğunun geçtiği yerlerdi buralar. Her gördüğü yerde bir anı aklına gelip hemen paylaşıyordu bizimle. Bu arada çok acıktık. ÖB bizi çocukken kuzeniyle köfte yediği yere götürdü. Burada ne çalışanlar ne de köftelerin tadı değişmişti, tabi ÖB’nin dediğine göre.
Karnımız doyurduktan sonra Yason’a doğru varırken Uzun saçlının yerinde durup onu meşhur ça
yını ve kazığını içtik.
Sekiz küçük ,mini minnacık bardak çaya On Beş YTL bayıldıktan sonra Yason Burnu’na girdik. Kahramanımız ÖB’nin bu burunda yaşayan kuzeni EA’a da bir selam etmek için oradaki küçük çakıl taşlı cafesine uğradık ama bulamadık kendisini. Yason’da biraz fotoğraf çekip, deniz kabukları topla
yıp, canavar sivrisinekler tarafında acımasızca ısırıldıktan sonra Artık Ordu merkezdeydik.
Bize eşlik eden ÇÖ ve partnerini şehir merkezinde bir saatliğine bıraktıktan sonra ben DŞ, kaçış planının diğer kahramanı ÖB’nin Ordu’daki çocukluktan kalma akrabalarını ziyaret ettik. Bir saat sonra merkezdeki ekibi de alıp Efirli Köyüne döndük. Döndük çünkü Efirli Ordu merkezden önce olduğu için dönmüş bulunduk. Efirli’de benim Şahsen Ailem olarak nitelendirdiğim ve gerçek akrabalarımızdan daha samimi ve sevgi dolu Hekimoğullarının Köydeki muhteşem evlerine ve sofralarına misafir olduk . Bir gece burada kaldıktan sonra Yine düştük yollara.
Giresun merkezi biraz geçtikten sonra yol ayrımıyla Kümbet yaylası yoluna saptık. Buradaki merkezden
alışveişimizi yaptıktan sonra tırmanmaya başladık. Kümbet’e vardığımızda şaşkınlık içindeydik. Çünkü burada her şey vardı. Çok merkeziydi burası. Anlaşılan boşuna alışveriş yapmıştık. Burası yüksek bir yerd,i öğle vakti güneş tepedeyken bile üşüyorduk çünkü.Çadır için bir yer bulduk ve Jandarmadan izin aldık. Zaten çadır kurduğumuz yerde bir sürü, çoluk çocuk toplanıp gelmiş ailelerin çadırları da mevcuttu. Barınma sorunun giderdikten sonra yemek için kolları sıvadık. ÇÖ ÖB ve bendeniz DŞ çalı çırpı topladık. Sonra ÇÖ ve ÖB ateşi yaktılar . ÇÖ bize tenekede tavuk yaptı.Afiyetle yedik. Tabi bulaşıklar bendeniz ve ÇÖ'nün partnerine kaldı çoğunlukla olduğu gibi.Sonra çay yapma merasimi, başladı. Akşam karanlığı çökerken bir grup kümbelti çocuk ve adam gelip “burası bizim futbol yerimiz çadırları alalım biraz geri, şu ateşi de kaldıralım oradan” diyerek bizi biraz gerdiler ama sonunda onlar inat biz inat , ne biz çadırları kaldırdık ne de onlar oynamaktan vazgeçtiler. Bir süre daha ağız dalaşı yaptıktan sonra onlar bizim çadır alanını taç kabul edip göt kadar yerde oyunlarını oynadılar . Kümbetteki ilk gün barınma ve yemek şeyleriyle geçti.İlk çadır deneyimi yaşayan bendeniz korkacağımı sanırken hiç öyle bir şey hissetmedim ama en derinden hissettiğim şey soğuktu. Zaten mat almayı da unutmuştuk o yüzden iki katı daha fazla üşüdük. Sabah Kümbette uyandığımızda Jandarmanın sabah şeysine tanık olduk. Onların olayı bitince komutanları gelip “hoş geldiniz, nerden geldiniz nereye gidersiniz ?” gibi sorularla sohbet ettikten ve görülecek yerler konusunda bir iki tavsiye aldıktan sonra oradan ayrılmak üzere helalleştik.Bu arada çadır kurduğumuz yerin de askerlerin sabah şeysi yaptıkları yer olduğunu da komutandan öğrendik. Biz de amma popüler bir yere çadır kurmuşuz iyi ki fazla kalmadık diye geçirdik içimizden.:)))
Ve bu arada Kümbetten ayrılmadan önce etrafı şöyle bir dolaşırken, yeni kurulan, doğayla barışık, peyzajı bozmayan bir konaklama mekanı görünce çok sevindik. Adı Koçkayası dinlenme tesisleriydi. Daha yapım aşamasınaydı. İçeri girip bir bakalım dedik. Baktık ki ne görelim; Burada çok güzel ağaç evler yapılıyordu, bir restoranı bile vardı. Doğanın kucağında bir mekan. Ancak bu doğayla barışık mimari için kullanılan teneke teneke vernik kutuları boşaldıktan sonra çöp diye bayırdan aşağıya güzelim çam ağaçlarının üstüne acımasızca atılıyordu tabii diğer inşaat atıkları da .( Aslında bunları belgeleyen fotoğraflarım vardı ama teknolojinin gazabına uğrayarak labtopda yok oldu. O fotoğrafları kurtarabilirsek burada mutlaka yayımlayacağım.)Bütün bu güzelliği hiçe sayan bir tutum karşısında üzüntü ve muz kabuğu şeklinde ayrıldık koçkayasından. Ver elini Rize!!!
Önce Maçka’ya Sümela’ya gittik. Milli parka Arabayla içeri girdiğimiz için Sekiz YTL verdik girişte ama baktık ki yukarı arabayla tırmanmak çok anlamsız biz de yürümeye karar verdik ve içeri arabayla girme gafletine düşüp o anlamsız parayı ödediğimiz için oldukça hayıflandık. Sümela’ya vardığımızda yeni açılan araba yolundan tırmandığımız için ter kan içinde kalmıştık. Orada da girişte 5’er YTL verdik. Dönüşte Eski yol denilen kestirme yoldan kolayca indik.Rize merkeze vardığımızda artık akşam olmuştu ve gece şehir merkezinde konaklamaya karar
verdik. Etrafta otel aramaya başladık. Efes isimli bir otel bulduk. Adı sebebiyle sempatik gelmişti. Bizim İzmirli ÇÖ hemen atladı içeri. Fakat bu otel nataşa, kumar falan filan oteliymiş. Az kalsın büyük bir mecaraya bodoslama atlıyorduk ki oradan bir esnaf bizi uyardı ve adı Milano olan bir otel gösterdi. Tabi kızlar erkekler ayrı kalmak suretiyle bu pis mi pis otel de kişi başı 25ytl ye konaklamak zorunda kaldık. Ama Öğrendiğimize göre kervansaray adlı nataşasız bir otel daha varmış ve hem daha ucuz hem de daha temizmiş. Artık başka bir bahara.

Sabah pis otelimizdeki kahvaltıdan sonra Ayder’in yolunu tuttuk. Ve işte karşınızda cennet mekanı Ayder!!!!

Hemen Çadır kuracak bir yer bulduk ve yanımızda derme çatma bir yayla evi olan; çadır için izin aldığımız sırada tanıştığımız Hanife hala’yla komşu olduk. Burada aslında çok fazla alternatif vardı . Pansiyonculuk almış başını gitmişti. Ayrıca çok lüks oteller de vardı. Ama Çadırda kalmak için enfes bir yerdi burası…..

Arkası yarın…..