Pazar, Ağustos 05, 2007

Kaşıç planı: Ayder!!!
Çadır kuracağımız yeri belirledikten sonra arabayla gidebildiğimiz yere kadar gittik. Fakat yollar berbattı. Galer Düzlüğü denilen yere kadar arabayla çıktığımızda birilerine yolu sorduk ama tavsiye etmedikleri için daha ileri gitmedik. Sonra orada kocaman bir çadır gördük;içerisi tertemiz bir cafeydi, kuzine sobası bile vardı. Hemen burada oturup çay ve mıhlama yedik. Ama mıhlamayı yerken kendimizi çok kaptırmışız ki servis yapan bayan boşları toplamaya geldiğinde gülerek bir boş sahana bir bize baktı ve "yıkamaya gerek kalmamış, iyice silip süpürmüşşünüz " dedi. :)) Galer Düzlüğü'nde günübirlik piknikçiler ve onların arabalarından yayılan horon müziklerini arkamızda bırakarak yarın buraya yürüyerek gelmek üzere dar ve uçurumlu yollardan heyecanlı bir şekilde geri döndük. Zaten bu yolları da arabayla çıkmanın bir manası yoktu. Çünkü o zaman istediğimiz yerde duramıyorduk ve fotoğraf çekemiyorduk.
Ayder yerleşkesine indikten sonra çadırlarımızı kurduk. Akşam için alışveriş yapmak üzere bakkal çakkal, market, işte ne varsa gezdik, alacağımızı aldık. Bu arada ateş yakmayalım diye bir piknik tüp kiraladık, çok da iyi ettik çünkü ateş yakmak hem çevreyi pisletiyor hem de çok zamanımızı alıyordu.
Yavaştan akşamla beraber bizim mideler de yine guruldamaya başlamıştı. Erkekler sonradan boklu olduğunu öğrendiğimiz bizim kampın aşağısından akan suda içeceklerimizi soğuturken, ÇÖ'nün partneri de bize akşam için nefis bir bulgur pilavı yaptı. Gece uyku bedenlerimize çöktüğünde gökyüzündeki muhteşem yıldız şovunu bırakıp çadırlara girmeyi hiç istemesek de vücudumuzun isteğine itaat etmek zorunda kaldık. İlk gece serindi ama Kümbet' deki soğuğun aksine buradaki serinlik uyumamızı kolaylaştımıştı.

Sabah uyanır uyanmaz hemen tüpümüzde çayımızı demleyip, sahanda yumurtalarımızı pişirip, sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra, yollara yapılmış çeşmelerden akan buzzz gibi suları şişelerimize doldurup dün arabayla tırmandığımız yola koyulduk yaya.:))
Yol muhteşemdi; Her yerden şarıl şarıl erimekte olan kar suları akıyordu.

Üç kilometre yürüdüktem sonra Galer düzlüğüne az bir yol kalmışken dün gördüğümüz buz kütlesinin hatta buz dağının demek daha doğru olur, tam dibindeydik. Önden ÇÖ arkadan ÖB ve bendeniz DB atladık ve kaya kaya erimekte olan buzlaşmış kar yığının dibine inmeye. Bir tarafta yeşil, Bir tarafta buz kütlesi, tam ortada da başka bir yerde erimekte olan kar suyunun karıştığı şiddetli bir akarsu; İnanılmazdı gerçekten de. Eriyen buzun en tepesi kenarlara göre daha bir erimiş ve koca bir delik açılmıştı; ordan yürüdüğümüz yol ve yeşille örtünmüş dağlar görünüyordu. Orada bayağı bir oyalandıktan sonra tekrar yola çıkıp Galer Düzlüğü'ne doğru yürüdük. Dünkü gibi hemen bir mıhlama patlattık orada yine. Üstüne de çaylarımız içip üç saatlik yürümenin ve bu nefis yemeğin ardından ÖB olduğu yerde mıhlandı ve kestirmeye başladı. Yaklaşık bir saat dinlendikten sonra bundan sonraki istikametimiz olan Aşağı Kavron'a yürümek üzere kalkmışken Bu çadır cafenin yanındaki minibüsten gelen horon sesine yöneldik, baktık orada bir grup insan horon tepmekte. Bizi de davet ettiler, çok ısrar ettiler, ben de bizim grubu temsilen bilmediğim halde onlarla başladım horon tepmeye. Çok eğlenceliydi. Çok da sıcakkanlı insanlardı. Bir an Aşağı Kavron'u boşverip bu yeni tanıştığım Saniye teyzelerle horon tepip şakalar ve komikliklere takılmak istedim ama tabii grubu satmış gibi olacağımdan bu neşeli insanlardan istemeyerek de olsa ayrıldım.
Yaklaşık üç saat daha yürüdükten sonra Aşağı kavron denen yaylaya ulaştık. Burada Aşağı kavron tabelasının önünde oturmuş çorap ören iki kadın ve bolca inek bekliyordu bizi. Biraz kadınlarla sohbet ettik. Birisi sadece yazları geliyormuş İzmir'de oturuyormuş ama Rize'liymiş, annesi istiyormuş buraya gelmeyi, bir de inekleri varmış onun için geliyorlarmış, diğeri Hemşin'de oturuyormuş o da yazın yaylasına geliyormuş, bir nevi yazlık ev gibi ama küresel ısınma sebebiyle olsa gerek yayla da acı acı yakıyordu insanı. Burada ne elektrik ne de su vardı.SAdece yedi sekiz tane yayla evi, bir kaç pancar bahçesi ve on tane kadar inek. Aslında daha fazla ev varmış ama kışın çığ düşmüş ve bazı evleri yıkmış. Oradaki bayanlara Yukarı Kavron ne kadar sürer diye sorduk çünkü yaklaşık altı saattir yürüyorduk ve ben şahsen çok sıkılmıştım, daha doğrusu sıcak insanı canından bezdiriyordu. Bayanlar yarım saatte Yukarı Kavron'a varabileceğimizi söylediler ve dönüşte de, bulundukları yerden Galer düzlüğüne kestirme bir yol gösterdiler.
Onlarla da vedalaştıktan sonra tırmanmaya devam ettik. Bu arada sık sık geçen Kavron dolmuşları her yeri toza toprağa bulayarak sıcaktan bezmiş bizleri iyice çileden çıkartıyordu. Hatta bir tanesi vardı ki , biz Yukarı Kavron'a ulaşana kadar beş sefer yaptı. Ama bütün o toza toprağa ve sıcağa rağmen, dağ çiçeklerinin kokusunu almaya başladıktan sonra bizde biz rahatlama ve tüm olumsuz yol koşullarını hoş görme ve çiçeklerin içinde yuvarlanma, debelenme durumu oluştu. O an Halimizden o kadar memnunduk ki biraz önce bizi pisliğe bulayan minibüslere el sallarken bulduk kendimizi.
Artık Yukarı Kavron'u görmeye başlamıştık. Başlamıştık ama tam kırk beş dakkadır gördüğümüzü ama bir türlü ulaşamdığımızı farketmemiz benim yine biraz sinir yapmama sebep oldu. Yolun son On dakkasın da da bi güzel yağmura yakalandık ama bu yağmur sıcaktan pişen bedenlerimizi bi an olsun rahatlatmıştı ki birden kesildi. Ama artık hiç bir şeyin önemi yoktu çünkü karşımızda kaçkarların etekleri bizi selamlıyordu. Artık Kaçkarlara tırmanan dağcılar için son kamp yeri olan Yukarı Kavron'daydık. Tam yedi saat yürümenin karşılığını almıştık. Biraz fotoğraf çektik, Yorgunluk çaylarımızı Karçarlara karşı yudumladık ve birden sis çökmeye başladı. İnanılmaz bir şeydi bu, biraz önce gördüğümüz muhteşem manzara şimdi yavaştan gelen sisle süsleniyordu. Sıcak, yağmur ve şimdi de sis:Karadeniz'de yaşayabileceğimiz her şeyi bu yaptığımız yedi saatlik yürüyüş macerasıyla yaşamış olduk.

Artık dönüş zamanımız gelmişti. Tırmanışın aksine hemen aşağı kavron'da bulduk kendimizi. Sonra ordan da Yukarı çıkarken karşılaştığımız teyzelerin gösterdiği patika yoldan inmeye başadık. Bir ara sık bir ağaçlık alanın içinden geçmek zorunda kaldık. Hatta ÇÖ'nün partneri ağaçların arasından boz bir ayının ona baktığını söyledi. Valla biz de onun yalancısıyız. Bu kestirme yol bizi Galer Düzlüğü'ne çıkarttı. Orada yine biraz soluklanıp birer çay içip sohbet ettik. Bize mıhlama yapan kız "yediğiniz mıhlamaları ve ekmekleri iyi eritmişsinizdir" deyice oradaki amcalar nerden nereye kaç saattir yürüdüğümüzü öğrendiler ve onlar da" ya çok akıllısınız ya da delisiniz, o kadar yolu nasıl yürünüz" diyerek takıldılar bize. Çaylarımız bittikten sonra oradakilerle de helalleşip Haa Gayret!! yürümeye koyulduk. Yarım saat kadar sonra İsrailli bir aile halimize acıyıp bizi Ayder'e kadar arabalarına aldılar . Eeee artık bunu da haketmiştik. O gün şans bizden yanaydı. Zaten tatilimiz anlatmaya değer en güzel günüydü.
Seneye tekrar oralarda olmak istiyoruz ve daha macera dolu bir tatil için şimdiden yanıp tutuşuyoruz. Gitmeyen varsa herkese tavsiye ediyoruz. İster otelde kalın ister çadırda , ister dolmuşla çıkın yukarılara ister yürüyün ama mutlaka gidilesi bir yer.Seneye orda yapmak istemediğimiz tek şey ; oraya gelen , özellikle günübirlik gelen vatandaşların çöplerini arkalarından toplamak. Çöplerin sahibi arkadaşlar,dağın başında yiyip içip pisliklerini poşetlere toplayınca kendilerini çöplerinden kurtulmuş sayıyorlar ki, ondan arkalarında bırakıp gidiyorlar.
Ama ümitliyiz, bu sene pisliklerini poşetlere doldurmayı öğrenen arkadaşlar seneye de bu poşetleri yanlarında götürüp en yakın çöp varillerine atmayı da öğrenebilirler. hadi bakalım!!!!

0 yorum: